Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1

Önceki Yazıları
Yazar ile iletişime geç



CİĞERİ YANAN BİR İNSANIN FERYADI -1-
 
“EL BİRLİK ALLAH’IN DİNİNE SIMSIKI SARILIN. BİRBİRİNİZDEN AYRILIP DAĞILMAYIN. ALLAH’IN ÜZERİNİZDEKİ NİMETİNİ DÜŞÜNÜN Kİ, CAHİLİYET DEVBRİNDE BİRBİRİNİZE DÜŞMANKEN O SİZİN KALPLERİNİZ ARASINDA ÜLFET(yakınlık) MEYDANA GETİRDİ DE ONUN NİMETİ SAYESİNDE DİN KARDEŞLERİ OLDUNUZ. HEM SİZ ATEŞTEN BİR ÇUKURUN TAM KENARINDA BULUNUYORDUNUZ DA, ALLAH İSLAMINIZ SEBEBİYLE O ATAŞE DÜŞMEKTEN SİZİ KURTARDI. İŞTE ALLAH SİZE AYETLERİNİ BÖYLECE AÇIKLIYOR Kİ, DOĞRU YOLA ERESİNİZ.”(Al-i İmran:103)
 
Nezaket, zarafet ve hoşgörü, güzel ahlakın meyvesidir. Ayrılmak, uzaklaşmak ve beyin ve yürek bağlarını koparmak ise kötü ahlakın meyvesidir. O halde, güzel ahlak, sevişme, anlaşma, görüşme ve birleşmeyi icap ettiriyor. Kötü ahlakın, bozuşma, itişme ve kakışmayı gerektirdiği gibi...
Nitekim ALLAH’ın habib-i edibine övgü olarak gösterdiği ahlak, en güzel ahlaktır:
“GERÇEKTEN SEN PEK BÜYÜK BİR AHLAK ÜZERİNDESİN.”(Kalem:4)
Peygamber Efendimiz de:
“İNSANLARI CENNETE EN FAZLA SOKTURAN, ALLAH’IN TAKVASI VE GÜZEL AHLAKTIR...”buyurmuştur.
Usame bin Şüreyk der ki: Allahın Resulüne sordum:
-İNSAN OĞLUNA VERİLEN NESNELERİN EN HAYIRLISI NEDİR?
Allah’ın Resülü:
“GÜZEL AHLAKTIR” buyurdu.
Başka bir hadis-i şerif:
“GÜZEL AHLAKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİM.”
Yine Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
 
“İNSANOĞLUNUN TERAZİSİNE KONAN EN AĞIR ŞEY, GÜZEL AHLAKTIR.”
“EY EBU HUREYRE! GÜZEL AHLAKA YAPIŞ! VE ONDAN AYRILMA!”
Ebu Hureyre:
-EY ALLAH’IN RESULÜ! GÜZEL AHLAK NEDİR?
Resulullah(s.a.v.):
“SEN SILA-İ RAHMİNİ KESEN BİR KİMSENİN SILA-İ RAHMİNİ KESMEYECEKSİN. SANA ZULMEDENİ AFFEDECEKSİN. SENİ MAHRUM EDİP VERMEYENE VERECEKSİN.”
“SİZİN BANA (kıyamette) meclis bakımından en yakınınız, ahlak bakımından en güzellerinizdir. O kimseler ki, yumuşak ahlaklıdırlar. Kendileriyle arkadaşlık yapan, kendilerinden istifade ettiği gibi, onlardan eziyette görmezler. Onlar öyle kimselerdir ki, dost olurlar ve dost edinirler.”
Allah’ın Resulü başka bir hadis-i şerifinde şöyle buyurdu:
“MÜ’MİN BİR KİMSE SEVER VE SEVİLİR. SEVMEYEN VE SEVİLMEYEN BİR KİMSEDE İSE HAYIR YOKTUR.”
Diğer bir hadiste, dinde tahakkuk eden kardeşliğin medh-ü senası şöyle yapılmaktadır:
“HERHANGİ BİR KİMSE Kİ, ALLAH ONUN İÇİN HAYIR İRADE ETMİŞTİR ONA SALİH BİR DOST NASİP EDER. O UNUTTUĞU ZAMAN, SALİH DOSTU ONA HATIRLATIRT VE İKAZ EDER. HATIRLADIĞI ZAMAN YARDIMDA BULUNUR.
Bir başka hadis:
“iki Müslüman kardeş buluştukları zaman onların durumu tıpkı iki elin haline benzer5. o ellerin her biri diğerini yıkamaktadır. İki mü’min bir araya geldiğinde, muhakkak ki, cenab-ı hak her birine arkadaşından hayır nasip eder.”
Cenabı Peygamber(s.a.v.), din yolundaki kardeşliği teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“HERHANGİ BİR KİMSE ALLAH YOLUNDA BİR KARDEŞ EDİNİRSE, CENAB-I HAK O KARDEŞLİĞİ EDİNENİ CENNETTE BİR DERCE YÜKSELTİR. HALBUKİ O DERCEYE, BAŞKA BİR AMELİYLE HİÇ BİR ZAMAN NAİL OLACAK DEĞİLDİ.”
Sahabe-i Kiramdan Ebu İdris el_Havlani, Muaz bin Cebel’e dedi ki:
-Ben  Allah rızası için seni seviyorum.
Bunun üzerine Muaz, Ebu İdris’e şu cevabi verdi:
-Müjde sana! Sonra müjde sana! Ben Allah’ın Resulünden dinledim. Şöyle buyurdu:
“KIYAMET GÜNÜNDE YÜZLERİ AYIN ON DÖRDÜ GİBİ PIRIL PIRIL PARLAYAN BİRTAKIM İNSANLAR İÇİN ARŞ’IN ETRAFINDA KÜRSÜLER KONUR. O GÜNDE HALK HESAP DEHŞETİ İÇİNDEDİRLER. ONLAR İSE ÜRMEMEKTE...HALK KORKMAKTA, ONLAR İSE KORKMAMAKTADIR. ONLAR CENAB-I HAKKIN VE ÜZÜLMEYEN VELİ KULLARIDIR.”
Bunun üzerine Allahın Resulünden soruldu:
 
“-EY ALLAHIN RESULÜ! BUNLAR KİMLERDİR?
Resulullah:
“BUNLAR ALLAH YOLUNDA SEVİŞENLERDİR.”buyurdu.
Ebu Hüreyre de, bu hadis-i rivayet ederek der ki:
-Hdiste şu da var:
“ARŞIN ETRAFINDA NURDAN YAPILMIŞ MİNBERLER VARDIR. O MİNBERLERİ ÜZERİNDE ELBİSELERİ NUR VE YÜZLERİ NUR OLAN BİR KAVİM OTURMAKTADIR. BU ORTURANLAR AYN I ZAMANDA NE PEYGAMBER VE NE DE ŞEHİTTİRLER. FAKAT PEYGAMBERLER DE, ŞEHİTLER DE ONLARIN HALİNE GIBTE EDERLER.”
Bu söz üzerine Allahın Resulünden Ashab-ı kiram sordu:
-Ya Resulullah! Onların vasıflarını bize söyle!(Ki biz de onlardan olmaya çalışalım).
Resulullah:
“ONLAR ALLAH YOLUNDA SEVİŞENLER, ALLAH İÇİN BİR ARADA OTURANLAR VE ALLAH İÇİN BİRİ DİĞERİNİ ZİYARET EDENLERDİR.”
Başka bir hadi-i şerifte  ise aynen şöyle denilmektedir:
“İKİ KİMSE ALLAH YOLUNDA SEVİŞTİKLERİ TAKDİRDE ARKADAŞINI EN FAZLA SEVENİ ALLAH DAHA FAZLA SEVER.”
Cenab-ı Peygamber(s.a.v.) bir kutsi hadisinde:
“MUHAKKAK Kİ, ALLAH BUYURUYOR: BENİM MUHABBETİM BENİM İÇİN BİRBİRİNİ ZİYARET EDENLERE HAK OLDU. BENİM İÇİN SEVİŞENLERE BENİM MUHABBETİM HAK OLDU. BENİM İÇİN YEKDİĞERİNE HEDİYE VERENLERLERE MUHABBETİM GEREKLİ OLDU. VE YİNE MUHABBETİM, BENİM İÇİN BİRBİRİYLE YARDIMLAŞANLARA HAK OLDU.” Buyurdu
Bir başka hadis-i şerif:
“ALLAH KIYAMET GÜNÜNDE ŞÖYLE DER: BENİM CELALİM İÇİN SEVİŞENLER NERDEDİRLER? BUGÜN ONLARI GÖLGEMDE GÖLGELENDİRİRİM. ÖYLE BİR GÜNDE Kİ, GÖLGEMDEN BAŞKA GÖLGE O GÜNDE YOKTUR.”
Bir başka hadiste buyrulur ki:
“YEDİ SINIF İNSAN VARDIR. ALLAH ONLARI KENDİ GÖLGESİNDEN BAŞKA GÖLGE BULUNMADIĞI GÜNDE, GÖLGESİNDE GÖLGELENDİRİR:
 
1) ADALETLE HÜKMEDEN DEVLET BAŞKANI,
2) ALLAH İBADETİNDE GELİŞEN VE YETİŞEN GENÇ MÜ’MİN,
3) CAMİDEN ÇIKTIĞI ZAMAN CAMİYE DÖNÜNCEYE KADAR KALBİ CAMİ İLE BAĞLI BULUNAN KİMSE,
4) İKİ KİŞİ Kİ, ALLAH YOLUNDA SEVİŞİRLER. O SEVGİ ÜZERİNDE TOPLAŞIR VE ONUN ÜZERİNDE AYRILIRLAR.
5) O KİŞİ Kİ, TENHA BİR YERDE OLDUĞU HALDE ALLAHI ANAR, GÖZLERİNDEN YAŞ AKAR.
6) O KİŞİ Kİ, SOYLU VE GÜZEL BİR KADIN KENDİSİNİ ZİNAYA DAVET ETTİĞİ HALDE, “BEN ALLAHTAN KORKUYORUM” DİYE KARŞILIK VERİR..
7) O KİŞİ Kİ, BİR SADAKA VERDİĞİNDE, SOL ELİ SAĞ ELİNİN İNFAK ETTİĞİNİ BİLMEYECEK KADAR ONU GİZLER.”
Bir diğer hadis-i şerifte:
 
“BİR KİŞİ ALLAH YOLUNDA BAŞKA BİR KİŞİYİ SEVDİĞİNDEN VE ONUNLA BİR ARAYA GELİP SOHBET ETMESİNİ ARZULADIĞINDAN ZİYARET EDERSE, ARKASINDA BİR MELEK KENDİSİNE ŞÖYLE SESLENİR: SEN GÜZEL İŞ YAPTIN, SENİN ADIMLARIN DA GÜZELDİR. VE CENNET DE SENİN İÇİN GÜZEL OLDU.”
Bir başka  hadis-i şeriflerinde şanlı Resul:
“BİR ZAT, ALLAH YOLUNDA BULUNAN BİR KARDEŞİNİ ZİYARETE GİTTİ. CENAB-I HAK O ATIN YOLUNDA BİR MELEĞİ BEKLETTİ. MELEK ONA: “NEREYE GİDİYORSUN?” o: “FİLAN KARDEŞİMİ ZİYARET ETMEYİ İRADE EDİYORUM.” MELEK:”ONUN YANINDA BİR İHTİYACIN MI VARDIR?” O:”HAYIR!” MELEK:” O ZAMANINDA SANA İYİLİK YAPTIĞI İÇİN Mİ GİDİYORSUN?” O:HAYIR!”MELEK: “YA NİÇİN GİDİYORSUN?” O:”BEN ONU ALLAH YOLUNDA SEVİYORUM DA ONDAN GİDİYORUM.” MELEK: “MUHAKKAK CENAB-I HAK, BENİ SANA GÖNDERDİ VE SANA HABER VERİYOR Kİ, O ADAMI ALLAH İÇİN SEVDİĞİNDEN ALLAH DA SENİ SEVİYOR VE SANA CENNETİ VACİP KILMIŞTIR.”
Cihan Peygamberi bir başka mübarek sözlerinde:
“ALLAH YOLUNDA SEVİŞENLER KIZIL YAKUTTAN YAPILMIŞ BİR DİREK ÜZERİNDE DURURLAR. O DİREĞİN TEPESİNDE YETMİŞ BİN KASIR VARDIR. O KASIRLARDA DURANLAR YUKARIDAN CENNET EHLİNEBAKARLAR. ONLARIN GÜZELLİĞİ, CENNET EHLİNE – GÜNEŞİN DÜNYA EHLİNE PARLADIĞI GİBİ- GÖRÜNÜR. CENNET EHLİ DER Kİ: GELİN GİDELİM! ALLAH İÇİN DÜNYADA SEVİŞENLERİ TEMAŞA EDELİM. BİNAENALEYH ONLARIN GÜZELLİKLERİ CENNET EHLİNE GÜNEŞİN PARLAMASI GİBİ PARLAR. ONLARIN SIRTINDA YEMYEŞİL SÜNDÜSTEN BİÇİLMİŞ ELBİSELER VARDIR. ONLARIN ALINLARINDA”ALLAH YOLUNDA SEVİŞENLER” YAZILIDIR.”
 
[--pagebreak--]
SEVMEK VE SEVİLMEK.....
 
Yukarıda takdim etmeye çalıştığımız sevgi ve dostluk ile alakalı  ilahi mesajları, İslam  dininin önemli  kaynaklarından biri  kabul edilen İmam Gazali’nin İHYAU’ULUMİ’D-DİN(Not: Üzgünüm, bize göre  öyle değil...Biz, bu kitapta,  İslam ruhuna  aykırı, bir çok şeyin bulunduğunu  düşünüyoruz...Bilindiği gibi, ayrıca, sahanın uzmanları,  mezkur  eserde, birtakım  mevzu hadisinin yer aldığını ifade ediyorlar.  Öyle zannediyoruz, (daha doğrusu öyle olmasını diliyoruz)  büyük mütefekkir İmam Gazali sonrasında  adı geçen kitap,  bazı art niyetli insanlar tarafından( herhalde)birtakım  tahrifata maruz kalmış  olacaktır)   isimli kitabından az önce okuduğunuz metinleri buraya aktarırken,  biranda iç-kalp- sancılarımız nüksetti,  tansiyonumuz yükseldi....Buna bağlı olarak, her ne kadar gayret etmiş olsak da  gönül çeşmelerimizi  kapatmamız mümkün olmadı. Bir taraftan onlar akarken, diğer taraftan  bu satırları yazmaya çalışıyoruz.
İyi ki  önümüzde daktilo yok...Aksi takdirde  birkaç kez kağıt değiştirmek zorunda kalabilirdik. Daktilo ile çalıştığımız yıllarda , bu durum, sık sık başımıza geliyordu. Evet, herkes, her bir İNSAN ağlar... Yalnız kedilerle ile yılanlar bir de  kurbağalar ağlamaz!...
Erkekler ağlamazmış! Öyle mi, tosuncuğum, pardon, yiğidim?.. O zaman ne olur, lütfen sen(siz)   ağlamayın, e mi!..Sizin yerinize  bu işi, insanın insan olma sanatını,   maymunlarla kargalar  yapsın! Siz de etrafta  ağaçlar  gibi sallanın durun! Düşünmeyin, üzülmeyin, incinmeyin, gücenmeyin... ve
      dolayısıyla   ağlamayın...Oldu mu?  Betonum benim!!
     Uzun zamandır,  arkadaşlarımızla, ve özellikle de Avrupa ülkelerinde hayatlarını       sürdüren Ülküdaşlarımızla çeşitli konularda  dertleşmeyi ve dost gönüllerle, içinde bulunduğumuz durumu konuşmayı düşünüyorduk. Ama biz buna bir türlü cesaret edemedik. Çizmeyi aşmaktan  çekindik...Kırmak ve kırılmaktan(bilhassa da kırmaktan) korktuk. İnsanlarla, özellikle de maddi ve manevi  hukukumuz olan   dava dostlarımızla münasebetimizde, mayın tarlasında gezer gibi, dikkatli olmamızın bir emri ilahi olduğunu hatırladıkça adeta ürperdik. İşte  ifade etmeye çalıştığımız bu ve benzerleri sebeplerden  ötürü,  sözlerimize nasıl, nereden  ve ne şekilde  başlayacağımıza bir türlü karar veremedik. Ama   dava arkadaşlarımızla mutlaka dertleşmeliydik...İçimizi  sızlatan bazı  hususların  gün ışığına çıkmasına yardımcı olmalıydık.Buna, beyin, kalp ve fizik sağlımız için  mecburduk!..Mahkumduk!... Canımızı yakan, içimizi  acıtan gerçekleri muhakkak söylemeliydik, konuşmalıydık.. Hepsini değilse de, yutkunma mecburiyetinde  olduklarımızın dışında  kalanları dost yüreklere mutlaka   anlatmalıydık!..
Siz buna bir yerde”ÖZELEŞTİRİ”de diyebilirsiniz.
Mutlaka “Tenkit”diyenler de olacaktır. “Tenkit” sözcüğü, her zaman içimizi üşütmüştür. Her ne hikmetse, biz bu kelimeyi bir türlü sevemedik. Halbuki, TENKİT, DEĞERLENDİRMEKTİR, KÖTÜLEMEK- KARALAMAK DEĞİL.
 
Siz, bu yazdıklarımı, -yazacaklarımı-  en doğrusu”CİĞEERLERİ YANAN BİR İNSANIN FERYADI” olarak kabul  ediniz!.
Her iki  dünyada ALLAH(c.c.)’tan başka hiçbir canlıdan herhangi bir beklentisi olmayanlar ve “Ölüm sonraki ikinci hayata” gönülden, yürekten inananlar,.”HAKİKATLERİ-ACI OLSA DAHİ- HER YERDE, HER ZAMAN, HERKESE KARŞI HAYKIRMAK ZORUNDADIRLAR! İşte biz de burada inşallah bunu yapmaya çalışacağız.
Bunları ifade ettikten  sonra: Ülküdaşlarımıkzdan: .Gereksiz, lüzumsuz ve gayri hakiki herhangi bir  sözde bulunursak, hoş görmelerini, içinde bulunduğumuz duruma vermelerini ve HASSASİYETİMİZİ MAZUR GÖRMELERİNİ rica ediyoruz.
Canlar, çok iyi bilirler...Bizim, biz TÜRK’lerin  geldiği milli ve manevi kültürde, BİR FİNCAN KAHVENİN KIRK YIL HATIRI VARDIR; BİR KELİME ÖĞRETENE KIRK YIL HİZMET EDİLİR; BİR YIKIK DEĞİRMEN  İSE KIRK YIL BEKLENİR...
İşte buna; “VEFA” denir.!!
Şanlı şerefli atalarımız  ” VEFASIZ İNSANIN İ......N  DAHA AŞAĞI OLDUĞUNU   ifade etmişlerdir..
Anlatılır:
Dört ayaklı  kemik dosttu   canlının kızgın güneş altında  beklediği  görülür.Sorarlar: Birkaç günden beri  burada oturduğuna şahit oluyoruz,  birini mi  bekliyorsun? Cevap verir; ben bir zamanlar  bu yerde  bir kemik bulmuş ve onu bir güzel  mideme indirmiştim.  Burada oturmakla  o kemiğe karşı olan “VEFA” borcumu ödemeye çalışıyorum, demiş.
İşte  onlar ve işte iki ayaklı “eşref-mahlukat(!..)olan insanların hal ve hareketler... tutum ve davranışları...!!!
 
Hayatımızın En Verimli Yıllarını Yurt Dışında Geçirdik
 
     Bu satırların yazarı, neredeyse altmışına  merdiven dayamış biridir. Söz geldiğinde,      ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden bahsederken hep şunu söylemiştir: ŞU NACİZ HAYATIMIZIN EN BEREKETLİ, EN VERİMLİ VE EN ŞANLI ŞEREFLİ VE EN EN EN...YEDİ YILINI AVRUPALI TÜRK ÜLKÜCÜLERİ İLE BİR ARADA GEÇİRDİK.. Bu yıllar içinde, Yüce HALIKK’ın bize  lütfettiği iç zenginliğimizi- kırk yıllık beyin ve yürek sermayemizi- yediden yetmişe  gencine, ihtiyarına, kadınına,  erkeğine .  bol bol dağıttık.  Öyle zaman olmuştur ki, yirmi dört saat durmaksızın, beyinler ve kalpler arası  fikir alış verişinde bulunduk...
İki yüz  civarında(1998 öncesi .Şimdi bu  sayı mutlaka hem keyfiyet ve hem de kemiyet bazında artmış olacaktır. Dileriz inşallah böyledir...)derneklerin her birine üçer beşer defa yolu uğramış; bu ilim irfan yuvası teşkilatlara devam eden Ülküdaşları ile saatlerce sohbet etme imkanı bulmuştur.
Evet, dostlar, bizim,  “Merhaba dünya, biz  geldik” dediğimiz  andan  itibaren  tamı tamına 57 yıl geçti. Biz(her insan gibi), bu hayatın  yazını,  kışını,  gecesini,  gündüzünü, inişini, yokuşunu..gördük, tanıdık, yaşadık..Diyebiliriz ki, bu hayat yolculuğunda.İnişsiz, yokuşsuz, gecesiz  kışsız ... günleri-yılları- biz oralarda, Hıristiyan ülkelerinde,  sizinle birlikte   geçirdik .O yılları, ve siz değerli dava arkadaşlarımızı  hep hayırla andık ve inşallah  son günün, son saatinin son dakikasının son saniyelerine kadar yine   hep bu güzel  düşünce ve temiz duygularımızla hatırlayacağız.
Ama bu demek değildir ki, siyaha da evet, beyaza da..Geceyi de takdir gündüze de....İyiyi de alkışla kötüyü de....hayır, hayır... Mahşer günündeki hesaba inanan insanlar asla böyle bir şeye tenezzül ve tevessül etmezler. Bu,  menfaat perestlerin yapacağı bir iştir.Ancak beklentisi olanlar, arıları, eksileri, hataları, günahları görmezler,  daha doğrusu gömemezlikten gelirler.
 
Sevdik..Ve Sevildik...
 
 RABBİM biliyor ya, biz,   gurbet ilde yabancı ülkelerde(Buna Mekke ve Medine’de yaşayan dava arkadaşlarımız da dahildir) yaşayan  dava arkadaşlarımızı   çok sevdik... Onlar da bizi aynı duygular içinde   bağırlarına basmışlardır.  Bir Allah’ın kulu,çıkıp  “S....B...”  beni incitti” demez, diyemez, zira,  böyle bir şey  olmamıştır.. Çünkü,  Cenab-ı HAKK’ın emrettiği şekilde- dost doğru- hareket etmeye- edilmeye- çalışılmıştır.  Çok şükür biz de  hiçbir arkadaşımız tarafından kırılmadık, incitilmedik...herhangi bir İstismara da maruz kalmadık,  bırakılmadık....
Gelin görün ki, dostlar, vatana döndükten sonra bazı arkadaşlarımıza ve özellikle de dünün  bugünün bazı FEDERASYON başkan ve yetkililerine ve DERNEK yöneticilerine hakikaten  gücendik..Hayır, darılmadık..Sadece evet, sadece kırıldık, incindik....Şunu çok iyi biliyoruz; bu yolda başta” TÜRK MİLLETİNE” ve daha sonra bütün insanlığa hizmet yolunda, incinebilirsiniz,  kalbiniz bin bir parçaya ayrılabilir; ne var ki darılma ve KENARA ÇEKİLME gibi  herhangi bir lüksünüz asla olamaz,  olmuyor..Böyle bir tercihiniz söz konusu  bile olamaz!
“Ama bu  çok zor” dediğinizi duyar gibiyiz.  Tabii ki haklısınız..Zor olmasına zor!..Ama, “DAVA ADAMI” başka türlü olunmuyor... Bunun için;” ÜLKÜCÜ OLMAK ÇOK ZOR.. ÜLKÜCÜ KALMAK İSE ÇOK  DAHA FAZLA ZOR” denilmiştir. Her  incinen ve her kırılan; kendisine haksızlık yapıldığını düşünen;  haksızlığın, vefasızlığın kurbanı olduğuna inanan  eğer darılıp kenara çekilmiş  veya bazıları  gibi oradan oraya taşınmış; o adresten bu adrese gitmiş-gelmiş  olsaydı, bu mukaddes yolda şimdi  kimseler  kalmazdı. Demokrasilerde parti değiştirmek  tabii ki mümkündür. Buna kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz..Biz, damarında TÜRK kanı; içinde-yüreğinde- İSLAM imanı  taşıyanların, iki de bir  “DAVA” değiştirmelerini  normal karşılamıyoruz.  TÜRK Ülkücüleri için  Milliyetçi Hareket Partisi ise (isminin ifade ettiği manadan da anlaşıldığı gibi)  herhangi bir parti de değildir... O, TÜRK’ün ezel ve ebet davasına beyin ve yürek veren insanların  siyasi misyonunu  Vatan  sathında, özellikle de Başkent ANKARA’da   temsil eden  kutsal bir hareketin ismidir. Her  samimi MHPli  bunu böyle bilir  ve  böyle olduğuna da yürekten inanır.Biz de aynen o ihlaslı  dostlarımız gibi düşünüyoruz.  Bir kişi de kalsak, son günün, son saatinin, son dakikasına kadar hiç bir canlı tarafından aranıp sorulmasak da;  Biz yine buradayız...Çünkü biz, kanımızla dost, imanımızla samimi iki arkadaşız. 
[--pagebreak--]
 
Niçin İncindik?? 
 
İzninizle anlatacağım...
 Arkadaşlarımın malumu,  biz  Başkent ANKARA’da ikamet ediyoruz.Avrupa’da bulunduğumuz yıllarda,  herkese, her gönül dosttu muza, oturduğumuz yerin adresi ile birlikte telefon numaralarımızı verdik. Bu itibarla  arkadaşlarımızın  defterlerinde  ev adresimiz ve  ceplerinde  telefon numaramız vardır..Bunları  takdim ederken”ARKADAŞLAR, BU DÜNYADA BİZİ EN ÇOK RAHATSIZ EDEN, ÜZEN, ŞEYLERİN BAŞINDA, UNUTMAK VE UNUTULMAK GELİR. LÜTFEN İNANIN  BUNLARDAN-UNUTMAK VE UNUTULMAKTAN- SANILDIĞINDAN ÇOK DAHA FAZLA KORKARIZ. ÇÜNKÜ BURADA DA BÜYÜK BİR KUL HAKKI SÖZKONUSUDUR.” Bu itibarla biz  sizi asla unutmayacağız Nasıl unutabiliriz ki! İçinizde çayını, kahvesini içmediğimiz, evinde misafir olup yemeğini yemediğimiz, yatağında  istirahat etmediğimiz yok denecek kadar azdır..Bu  sebeple siz bu konuda, sizi unutmayacağımız hususunda, müsterih olabilirsiniz. Ne olur, siz de bizi unutmayınız!.Takdir edersiniz ki, bu uzun yıllar içinde,. biz de, sizlerin  beyin ve gönüllerinize sayılmayacak kadar maddi ve manevi , dini ve milli...güzel şeyler sunduk.Takdim etmeye çalıştığımız bu şeyler, sizin  her iki cihanda mutlu olmanıza yardımcı olacaktır, demiştik Ve, sözlerimizi şu kelimelerle bitirmiştik: BU İTİBARLA, SİZİN BİZ DE; BİZİM DE SİZİN ÜZERİNİZDE  HAKKIMIZ VAR.  İşte bunun için diyoruz ki,.haberleşelim...Dualaşalım...ve ANKARA’YA yolunuz düştüğünde de mutlaka görüşelim.. Şunu da unutmayalım  biz TÜRK’ler için “VEFA”kavramı,   yer ve göklerden, dünya ve ukbadan  daha büyüktür.Birlikten- dirlikten , hak ve hukuktan  söz açıldığında  bunların altını çizmeye çalışmıştık.
Aramızda geçen bu  konuşmaları ve verilen  sözleri,  şu anda sizler de mutlaka hatırlıyorsunuzdur,  değil mi?
 
İkinci Adresinizin ANKARA olduğunu Biliyoruz.
 
TÜRK  FEDERASYONLARINDA ve bu Federasyonlara bağlı  hizmet veren dernek ve teşkilatlarda  başkan ve yöneticilik yapmış olan ve devam eden dostlar, biz  sizlerin tek ayağınızın Başkent  ANKARA’da olduğunu çok iyi biliyoruz..  Federasyon  Başkanları,  ticaretle ve sanatla  meşgul olan   kişiler olarak kimi zaman her ay ve bazen de  ayda bir iki kez mutlaka ANKARA’ya  geliyorsunuz.Sormak istiyoruz: Şu ana kadar  hanginiz, telefon açıp ” Biz falan yerdeyiz. Mümkünse sizinle görüşmek istiyoruz..” dediniz? Hiç biriniz!..  Bırakın ANKARA yı, faraza  bizi  Çemişkezek’ten  aramış  olsaydınız,  biz uzak yakın demeden taa  oralara kadar da gelir,   sizi ziyaret ederdik.  Evet, bunu büyük bir mutluluk la  VEFA duyguları içinde  yapacağımızı,  siler de çok iyi biliyorsunuz!...... Hayır, şu ana kadar hiç biriniz, ne bir teşkilat yetkilimiz ne de herhangi bir Federasyon başkanımız bu  nezaketi göstermedi.  Ne nezaketi?   Bunu yapmak, ne bir lütuftur ve ne de bir  alicenaplıktır..Bu bir insanlık, İslamlık ve Türklük görevidir ve  diğer bir ifade ile ilahi bir vecibedir!!
 
 Yedi Yıl...
 Evet, Acısıyla, Tatlısıyla(daha ziyade tatlısıyla) Tam Yedi Yıl...
 
Ne demek!..
Farkındayız... ANKARA’da her birinizin demirbaş bazı sadık(!) beyin ve yürekleri zengin(!) gönül sohbetine aşına(!) arkadaş ve dostlarınız var. Gelir gelmez derhal bu insanları  arayıp buluyorsunuz. Oysa, sizin için  pek  değerli bu yarenlerinizden bazıları, (affedersiniz)  gömlek  değiştirir gibi, parti,- dava- yol, dost.. değiştirmişlerdir Yine affedersiniz, ayrıca bu insanlar,  menfa atları söz konusu olduğunda,  dokuz takla birden atmalarıyla da meşhurdurlar..Siz bunu, biliyor muydunuz? Herhalde bilmiyordunuz....Siz, bunlardan birinin(birilerinin) bir iki köye camii, Ramazanı şerif ayında yüzlerce Kur’an dağıtmış oldukları, yeterli bir referanstı. Başka şeylere bakmaya;  ahlak ve dürüstlük aramaya ne gerek vardı?!.Adam camii yaptırmış..Fakir fukaraya-garip gurabaya beş kuruş para almadan ALLAH’ın kitabını dağıtmış...Yetmez mi? Artar bile -kefil-olmak için....

Hayret ki Ne Hayret!!
Daha sonra ne oldu?..Eğer telefonlarla  gelen feryat, göz yaşı..doğru ise, hiç de güzel şeyler olmadı....olmamış...  Herhalde .sizin için bunların (bu denli vefasızlığın)  önemi  yoktu.... Peki, bize  söyler misiniz,  benim dostlarım için bu hayatta  önemli olan nedir?  Lütfen, yutkunmayın, konuşun;eğer “VEFA” değilse ya nedir??
    
       Ne Bekliyoruz?..
 
Birbirimizden  Dünyaya –maddeye-  taalluk  eden herhangi bir şey tabii ki beklemiyoruz. Ne sizin buna ihtiyacınız var ve ne de bizim....Kaldı ki, geçmişte  yapıldı...Müteşekkiriz.... Biraz önce ifade edildi; sadece unutulmuş olmanın ve bir de  (haklı olarak)  çevremizdeki canların,”Sisinkilerden ne haber, niçin arayıp sormuyorlar? Bu nasıl gönül birliği; “Vefa” bunun neresinde?...” demeleri, sormaları  yok mu, işte bizi   rahatsız eden, içimizi kanatan şey bu! . Söyler misiniz, çok mu zor; bir selam vermek; hal hatır sormak.Ve daha sonra   dostça -derinliğine ve genişliğine- beyin ve yürek sohbeti yapmak..Sizin buna ihtiyacınız yok mu?...K......k......lerle  nereye kadar gidilecek...
Derinliği ve genişliği olan, sevgi ve  tefekkür yüklü sohbetlerden kaçmak neyin nesi?
Bu insanlar, nerede ve ne zaman uyanıp kendilerine gelecekler; ruhlarına dönecekler?..Böyle, tamtakır, kupkuru bir ruh hali içinde  hiç TOPRAĞA girilir mi? Toprak anaya dönülür mü?..
AKLINI BAŞINA TOPLA! TOPRAĞA KİRLİ KİRMEK AYIPTIR!!
 
Gönül, Ne  Kahve İster Ne Kahvehane; Gönül Sohbet İster Kahve Bahane..
 
Bizim sizleri, Ankara’nın lüks lokantalarına(Mangal, Onbaşılar gibi..)  davet etmemiz, götürmemiz  mümkün olmayabilirdi. Fakat,  evimizde veya başka bir nezih ve aynı zamanda  mütevazı  bir mekanda  helal,  temiz ve  leziz  taamları biz de  dostlarımıza tabii ki  ikram edebilirdik..Az veren candan; çok veren maldan..denilmiş...
İşin içinde “CAN” olduktan sonra, başka  bir şeye ihtiyaç var mı?? Var mı?? Konuşun lütfen!!! Var mı???
Bu ne hissizlik ...Bu ne duygusuzluk..bu ne vefasızlık böyle...
 
 Biraz da Şu Hayatı Canla, Canlarla, cananlarla..  Geçirmek; Helal İle  Birlikte Yaşamak Çok mu, Zor??
 
Bazen, feryat edesim geliyor:Bu nasıl takdir, bu nasıl teveccüh, bu nasıl dostluk, bu nasıl dava birliği,  bu nasıl yakınlıktır ki; hiçbir renk, hiçbir koku, hiçbir iz taşımıyor diye!.
..................
Evet, galiba bazı  arkadaşlarımız için bu çok güç...Çünkü  bu insanlar,; O’NUN İSTEDİĞİ ŞEKİLDE; O’NUN ÖĞRETTİĞİ BİÇİMDE; VE O’NUN RIZASINA UYGUN OLARAK ÜÇ”K”YI BİR TÜRLÜ BESLEYEMEDİLER, DAHA DOĞRUSU, BESLEMEK İSTEMEDİLE!!  Halbuki, üç beş hatıra, birkaç tarihi hikaye beş on politik cümle.. ile bunun mümkün olamayacağı kendilerine  bir değil; onlarca kez söylendi anlatıldı, hatırlatıldı. Ama, onlar bunlara, bu  paylaşılmak istenilen  gerçeklere bir türlü itibar etmediler! .Ben..ben..ben. diyip durdular...Ne beni yahu, bu mukaddes yolda,” İNSANLAŞMAK, İSLAMLAŞMAK VE TÜRKLEŞMEK  yolunda, “BEN” YOK! BİZ VARIZ BİZ! Lütfen, bir kez daha rica ediyoruz: Hiç kimse OLGUNLUK İLE GURURU..birbirine karıştırmasın! YUNUS İLE YAVUZ’U da  bir birinden ayrı  iki insan, iki mukaddes kavram olarak ta görmesin,  düşünmesin! Yavuz,  en az Yunus kadar edepli, terbiyeli, nazik ve kibar bir insandı.  Yunus  ise,  Yavuz da bulunan   vasıfların tamamını sinesinde toplamış olan  mümtaz  bir kişiydi. Ülkücünün beyni Yavuz ise, yüreği mutlaka Yunus olmalıdır!  Bir başka ifade ile, DAVA adamı,  aynı anda hem Yunus’tur ve hem de Yavuz!..  Yavuz denilince aklınıza sakın  sert, haşin, kendini beğenmiş, insanlara yukardan bakan, biri gelmesin. Hayır,  O, böyle bir insan asla değildi !!Şanlı hayatında geçen olaylardan   birini, sizlerle burada paylaşmak istiyoruz.
Binlerce askerin önünde, sefer yolundadır...Bir kedi sesi duyulur. Emrinde bulunanlardan birine, ilgilenmesini söyler.. Kendisine,  çalılılar arasında  acıdan kıvranmakta olan bir kedi yavrusunun   olduğu ifade edilir.  Askeri durdurur... Derhal  atından iner, bacağı kırık bir bacağı kırık yavru ile  dakikalarca ilgilenir ve  onu  bulunduğu yerden alır,  tedavisini yaptırır ve daha sonra  yolunun üzerinde  emanete ehil bir aileye   teslim eder. İşte Yavuz bu...Yunus mu? O, herkesin malumu...
ALLAH LİLLAH aşkına,  artık bıraksınlar şu ukalalığı .Kendini dev aynasında görme hastalığını..Bu tavır;.yeryüzünde Cenab-ı HAKK’ı temsil eden  ve eşref-i mahlukat(yaratılmışların en asili, en azizi, en şereflisi ve en..en..en..)olan İNSAN’a hiç mi hiç; YAKIŞMIYOR!!!
Her bir TÜRK Ülkücüsü, TÜRK TOPRAKLARI kadar verimli,  bereketli ve mütevazı olmak zorundadır !! Değilse, olamıyorsa, buna kanı, canı ve imanı müsait değilse, derhal  vitrinden inecek, arka tarafa, kimselerin görmediği bir yere  geçecektir
[--pagebreak--]
 
Beyinsiz, Yüreksiz, Sevdasız Olmaz!!.
 
Binlerce defa söylendi, (hayır, söylenmedi; haykırıldı!) haydi  bir kez daha ifade edilsin:: Hayır, sevdasız olmaz! Vallahi de, billahi de   olmaz!  Ne mi olmaz! İNSAN olmaz, İSLAM olmaz, HACI olmaz, HOCA olmaz, ŞAİR olmaz, OZAN olmaz..!! DERVİŞ olmaz..!! ÜLKÜCÜ olmaz!! olmaz....!!.olmaz...!!olamaz..!!   Ne olur, kalbi yanmayanlar, yüreği  sızlamayanlar..Ve,  dolayısıyla  dinine, diline, vatanına, milletine, bayrağına, sancağına..karasevda ile bağlı bulunmayanlar,  “.DAVA” adına etrafta savrulup durmasınlar! Boşu boşuna  birtakım” VİTRİNLERİ” işkal etmesinler! Hiç olmazsa  bu kadarını bari , suyunda, harcında, temelinde çatısında 5000 Ülkücü şehidin kanı, canı, hayatı  bulunan bu kutsal dava için, yapmış olsunlar. 
Canlar! başta Vefasızlık  olmak üzere  bütün olumsuzlukların sebebi, kalp fakirliği, gönül boşluğu..Yürek sığlığıdır...Yani, tek kelime ile sevdasızlık...Karasevdadan yeteri kadar nasiplenememek...
AZ-ÇOK AKIL, İNSAN DIŞINDAKİ CANLILARDA DA VAR. BU İTİBARLA İNSANI İNSAN YAPAN AKIL DEĞİL; GÖNÜLDÜR, GÖNÜL!!! KALPTİR KALP!! YÜREKTİR YÜREK!!!
Yine mi anlamadınız, bu  kez de mi  bu yüce gerçeği   kalbinize yerleştiremedik! Hayır,hayır  bunda kimsenin suçu yok! “VERMEMİŞ HALIK, NE YAPSIN SULTAN MAHMUT!!
“İNSAN  İÇİNDE YÜREK TAŞIMALI YÜREK!! MAALESEF ONLARIN SİNESİNDE  BULUNAN ŞEY  MANDA DERİSİNDEN BİR ÇARIK!!
 
Bu  Bir Topuk Kanı Meselesi...
 
 
Otuzunu geçtiler, Kırka  ayakbastılar,  elliye merhaba dediler...Neredeyse altmışa merdiven dayadılar..yetmiş neredeyse  ufukta gözüktü...
Kalpler, tamtakır...Beyinler deseniz abur-cuburla dolu...Belli bir renk, koku..yok...
Yahu böyle yaşanır mı? İnsan bu mu?..Müslüman böyle mi olur? İlahi mahkemeye  böyle çer-çöpten müteşekkil bir avuç sermaye ile  nasıl çıkılır?İlahi mahkemede,  dünyada geçirilen  koskoca bir ömrün  savunması  yara-bere içinde bir beyinle bir yürekle  nasıl yapılabilir???
Yapmayın, etmeyin, ne olur, artık kendinize gelin..Belli ki  başkalarına acımıyorsunuz, hiç olmazsa  kendinize, kendi çocuklarınıza, size emanet edilen TÜRK çocuklarına acıyınız...Eğer “ÖÜLÜM SONRAKİ” hayata inanmakta samimi iseniz,  bu kadarını olsun  muhakkak yapınız!!...
Ne diyelim, ne söyleyelim..
Takdir sizin..Yine de .siz bilirsiniz...
 
Siz, Biz, Hepimiz... Hayatımızın Sonuna  Kadar Öğrenci Değil miyiz?...
 
Sık, sık onlara”ÖĞRENMEDEN VE ÖĞRETMEDEN GEÇİRDİĞİNİZ BİR GÜNÜ, ÖMÜRDEN SAYMAYINIZ” denildi...Bu hal böyleyken,  ne doğru dürüst bir şeyler öğrettiler  insanlara ve ne de  onlardan beyinlerine, kalplerine sermaye olacak herhangi bir şey öğrendiler. Ağzı birkaç laf eden, üç beş satır karalayan her ne hikmetse kendisini  allameyi cihan noktasına çıkardı. Bu işler o kadar kolay mıydı,  değildi... Eğer sanıldığı gibi kolay olsaydı, buna,  beyin mimarlığına ve kalplerin fethine herkes talip olurdu. Öyle abur-cubur şeylerle  birtakım  parçık pürcük fikirlerle bırakın insanın iç alemini inşa etmeyi, bu  malzemelerle   çiçekçilik bile yapılmazdı!
 
Dinlememe Hastalığı..
 
Günümüzde, ruhla ilgili, bir çok rahatsızlıklar var. Bunlardan biri de DİNLEMEME  hastalığı.. Üç beş satır  yazmış; birkaç  cümle ezberlemiş, üç beş  yabancı sözcük  bellemiş,  beyin dağarcığına  hikaye ve hatıra adına bir şeyler koymuş birileri ile  muhatap oluyorsunuz... Adam, kalbe ve beyne şifa verecek herhangi bir şey söylemiyor;  sadece “SES” çıkarıyor. Çok konuşuyor, durmadan dinlenmeden konuşuyor; fakat bir şey dediği, söylediği yok!!   Kargadan başka kuş, kendisinden başka insan tanımıyor. Sanki adam, boşta çalışan, bir türlü vitese geçmeyen bir araba.. Hem ses  kirliğine sebep oluyor  hem de  çiğ gaz çıkararak insanları ve insan dışındaki diğer  canlıları zehirliyor.   Etrafı toz dumana katıyor. Ne yaparsanız yapın, susmuyor, sizi dinlemiyor..Dere-tepe dümdüz gidiyor.Bir de bağıra-çağıra konuşması yok mu?..Sizi, baştan, yürekten ediyor. Avazınızın çıktığı kadar bağırmak istiyorsunuz:”YA SUS YA DA SUSMAKTAN DAHA DEĞERLİ BİRŞEYLER SÖYLE!” diye. Oysa, yerine ve zamanına göre davranmasını bilmedikten sonra konuşmanın hiçbir yararı yoktur. Zira konuşmak, sadece ağız içinde mevcut et parçasını hareket ettirmek değildir. O bir insanlık sanatıdır. Bu   ilahi sanat: Hem dil, hem mimik, hem el, hem beyin , hem yürek ve  kısaca;  beyinleri beslemek; kalpleri fetih etmek demek olan KONUŞMAK vücudun bütün dilleri  ile yapılır.Bu   unsurları konuşturabilmek için ise; beyinler  tıka-basa bilgiyle, yürekler de keza derinliğine ve genişliğine sevgi, aşk ve sevda..ile dopdolu olacaktık. Abur-cuburla; çer-çöple değil Tabii!!  Eğer   bu mekanlar  temiz bilgilerle donatılmamış(FITRATA UYGUN BESLENMEMİŞ) temiz ve nezih  kaynaklar ile tatmin edilmemiş  ise; yapılacak şey: BEŞ DAKİKA SOHBET, ALTINCI DAKİKADA DEDİKODU GIYBET...ALTI DAKİKA TARTIŞMA, YEDİNCİ DAKİKADA VURUŞMA... derme çatma- bir  kaç  bilgi kırıntısı, üç beş  parça  menfaat  tortusu  ile başka ne olabilirdi? Yaratılışa uygun beslenmemiş bir kalp, bir beyinle, vuruşmanın , didişmenin  beyinlere limon sıkmanın, gönüllere asit akıtmanın dışında ne yapılabilirdi??
 
 Şu gök kubbe altında,  konuşmanın, ses çıkarmaktan ibaret olduğunu zanneden insanları dinlemek kadar zor başka hiç bir şey düşünemiyoruz. Yüce HALIK, sizi, bizi ve bütün ehli beyin ve ehli gönül  dostlarımızı;  bu gibi kimselerle karşılaştırmasın inşallah....
 
Kulak Olmadan Ağız Olunmaz!!
 
Konuşma,  İnsanın Aklını, Yüreğini Kullanma  Sanatıdır.
 
Dinlemek  de Bir İnsanlık Sanatıdır
 
Evet, öyle, konuşmaktan çok daha fazla dinlemeye ihtiyacımız var!  Atalarımız,ne güzel söylemişler: ÖNCE KULAK OL VE DAHA SONRA DA AĞIZ...
Yerli ve Yabancı Mütefekkirler de  bu konuda şunları ifade etmişlerdir:
 “GÜZEL KONUŞMAK İÇİN TEK BİR YOL VARDIR; DİNLEMEYİ ÖĞRENMEK” “DİNLEMEYİ ÖĞRENİRSEN KÖTÜ KONUŞANLARDAN BİLE YARARLANABİLİRSİN “ 
” SÖZ DİNLEMEYİ BİLMEYEN SÖZ DİNLETMESİNİ DE BİLMEZ.”
“DİNLEME, İNSANA KENDİNİ ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME İMKANI VERİR.”
“GÜZEL KONUŞMANIN EN İYİ YOLU DİNLEMEKTİR.”
“DİKKATLİ DİNLEMEK, GEREKSİZ KONUŞMAYI ÖNLEMEKTİR”.
“GÜZEL SÖZ SÖYLEME SANATI VARSA, BİR DE GÜZEL DİNLEME VE ANLAMA  SANATI VARDIR.”
“BAŞKASININ SİZE GÜVENMELERİNİ SAĞLAMANIN EN İYİ YOLU, ONLARI DİKKATLE DİNLEMEKTİR.”
“SÖYLEYECEK SÖZÜ OLMAYAN, YÜKSEK SESLE KONUŞUR.”
“KONUŞMALARIN EN ÖNEMLİSİ, KENDİ KENDİMİZLE KONUŞMAMIZDIR, AMA BUNU HER ZAMAN İHMAL EDERİZ.”
“İNSAN ŞİŞİRİLMİŞ BİR TULUM GİBİDİR, AĞZI AÇILINCA SÖNER.”
“AZ KONUŞMAKTAN PEK AZ, ÇOK KONUŞMAKTAN SIK SIK PİŞMAN OLUNUR.”
İNSAN, önce dinlemesini bilecek, her bir konuşana kulak verip ilgi gösterecek ; kafasını yere dikmeyecek; konuşanın gözlerinin içine bakacaktır.   Bu bir sünneti Peygamberdir. İki cihan  Resulünün  davranış şeklidir.. Yüce NEBİ,  gerek konuşurken ve gerekse konuşanı dinlerken, mutlaka yüzüne bakar, mübarek gözlerini muhatabının(muhataplarının) gözlerinin içinden ayırmaz;  gerek dinlerken ve gerekse hitap ederken; beyin ve gönül  pencerelerini  sonuna kadar açarlardı. Bir de şanlı RESUL,birden fazla insanlarla konuşurken, tek kişiye, tek tarafa bakarak konuşmaz, ayrı ayrı herkesin yüzüne  atfı nazarda bulunarak  hitaplarını sürdürürlerdi.
Tasavvuf erbabı,-gönül ve yürek mimarları-“YÜZLERİNİ GÖREMEDİKLERİNİZİN, GÖZLERİNE BAKAMADIKLARINIZIN BEYİNLERİNE BİR ŞEYLER VEREMEZSİNİZ VE  İÇLERİNE –YÜREKLERİNE- DE TESİR EDEMEZSİNİZ.”derler.
 Ama onlar,  TÜRK aydınları(?!..)bizim aydınlarımız,-her ne hikmetse- konuşurken duvarlara, dinlerken de  aşağılara( uyruk arasına) bakmayı marifet sanıyorlar.  Bu da,  aydın geçinen karanlık ruhlu kişilerin maruz kaldıkları  manevi hastalıklardan en berbat olanlarından biridir.  
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, aydınlar, daha doğrusu kendini öyle zanneden zavallılar, konuşmacının asla  yüzüne bakmazlar! İnsan gözüne , adam gibi bakmak için, iç dünyanın  ruh sarayının korkusuz ve endişesiz olması lazım.Biz,  içinden, ve  yaptığı işinden, yürüdüğü yoldan, sahip olduğu niyetinden  “EMİN” olamayan insanların, muhataplarının yüzüne gözüne bakmakta çok büyük sıkıntı çektiklerini  biliriz..Bununla  birlikte, “Ben her şeyi biliyorum. Başkasını dinlemeye ihtiyacım yok”  kibir ve kuruntusu da, kişinin, konuşmacının gözlerine bakmasına   engel olmaktadır.


------------------------------
NOT: Değerli hocamızın eseri çok uzun olduğundan dolayı 3 bölüm halinde yayınlamak mecburiyetinde kaldık. Şu an 1. bölümdesiniz.
2. bölüme geçmek için buraya tıklayınız.

Ciğeri yanan bir insanın feryadı -1-
Ciğeri yanan bir insanın feryadı -2-
Ciğeri yanan bir insanın feryadı -3-









Copyright © Bozkurt NET Tüm hakları saklıdır.

Yayınlanma:: 2005-05-21 (4400 okuma)

[ Geri Dön ]
Content ©
alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1